Zulüm İmtihan mı?
Dünyada artık pek çok şeyi anlamakta oldukça zorlanır olduk. Akıl almaz zulümlerin yaşandığı bu dünyada doğal olarak neden bu kadar çok kötülük olduğunu sorguluyor insan. Yeryüzündeki kötülükten ve zulümlerden yola çıkarak Allah’ın adaletini hatta varlığını sorgulayan felsefi sorulardan bazıları şöyle sıralanabilir; Allah varsa neden bu kadar kötülük var? Allah insanların acı çekmesine neden izin veriyor? Eğer Allah mutlak güce sahip, hikmetli ve adilse, neden dünya bu kadar nefretle ve adaletsizlikle dolu? Birçoğumuz kötülüklere ve zalimlerin neden olduğu acılara bakıyor, sonra da Yüce Allah’ın bunlara nasıl izin verdiğini sorgulamakla kalmayıp Yüce Allah’ın varlığını da tartışmaya başlıyoruz.
Dindar insanlar arasında yaygın olan kanaate göre “acılar Tanrı’dan gelir ve O, acı olaylar da dâhil her şeyi uzun zaman önce belirlemiştir”. Kimi müminlerde başımıza gelen tüm kötülüklerin Allah tarafından verilmiş “imtihanlar” olduğunu iddia ederler. İnsanların yaşadıkları kötü olaylar, bazı din hocalarının iddia etiği gibi gerçekten Allah’ın takdiri midir? Türkçede dediğimiz gibi alın yazısı mıdır? Dünya bir imtihan yeri ve Allah bizi bu kötü olaylarla mı imtihan ediyor?
Bebek yaşlarında çocukların tecavüze uğraması, her türlü şiddet ve kötülüğe maruz kalması gerçekten Allah’ın verdiği imtihan mıdır? İşkence odalarında her türlü zulme maruz kalan ve zalimce katledilen insanların yaşadıklarını “İmtihan” olarak görürsek yüce Allah’ın bize verdiği birçok bilgiyi ihmal etmişiz demektir. Allah’ın sevgisini, adaletini ve iyiliğini bildiren çok sayıda ayet var Kutsal Yazılarda. Günahın kökeni ve sonuna ilişkin yeterli bilgi vardır Kutsal Kitap ve Kur’an-ı Kerimde. Eğer yeryüzünde olan bütün kötülükleri ve zulümleri Allah tarafından verilen bir “İmtihan” olarak görürsek Kur’an-ı Kerim ve Kutsal Kitaptaki birçok ayetle çelişiriz.
İçinde yaşadığımız şu dünya ve evren, olağanüstü bir düzen ve uyum içindedir. Evrende olan bütün olaylar, akıllara durgunluk verecek bir düzen içinde olup bitmektedir. Çünkü Yüce Allah, evrendeki canlı cansız bütün her şeyi bir ölçü ve düzene, bir yasaya göre yaratmıştır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır.
“Biz her şeyi bir kadere (bir düzene, ölçüye, plana) göre yarattık” (54/KAMER-49).
Evrenin ve onda olan olayların bağlı olduğu bir takım ölçüler ve kanunlar vardır. Var olan bütün her şey bu esaslara göre meydana gelmektedir. Maddenin en küçük parçası olan atomdan, içinde sayısız yıldızları barındıran galaksilere, dünyanın ayrılmaz bir parçası olan aydan içinde bulunduğumuz Güneş sistemine kadar her şey, her detay olağanüstü bir uyum içerisinde çalışır. Evrendeki her şeyi belirli bir ölçüde yaratan Allah, evrendeki düzenin korunması ve sürekli olması için bir takım yasalar koymuştur. Evrendeki tüm olaylar bu yasalara göre hareket eder. Yüce Allah, evrendeki her varlığı planlı bir şekilde yaratmıştır ve canlı cansız bütün varlıklar varlıklarını sürdürebilmeleri için Allah’ın kusursuz yasalarına uymak zorundadırlar.
Gök cisimlerinin yörüngelerinde en ufak bir sapma kendi sistemlerini alt üst eder. Örneğin dünyanın güneş etrafında belirli bir yörüngesi vardır ve bu yörüngesinden kıl payı şaşmaz. Dünya takip etmiş olduğu yörüngesinden milimetrik bir sapma bile felaketlere yol açar. Şayet dünya yörüngesinden çıkıp güneşe birkaç milimetre yaklaşır veya uzaklaşırsa ısı derecesinde oluşacak bir kaç derecelik değişiklik bile dünya düzeni ve canlılar üzerinde büyük etki yapacaktır. Yüce Allah’ın kanunundan küçücük bir sapma, ani ölüm olmasa bile, sonu kesinlikle felaket olacaktır. Dolayısıyla, dünya ve diğer gök cisimleri kendilerine belirlenen yasalara uygun bir şekilde hareketlerine devam etmektedirler.
İnanılmaz büyüklükteki evrenin bir parçası olan insanda belirli yasalar doğrultusunda yaratılmış ve varlığını sürdürmesi için bu yasalara bağlı kalması zorunludur. İnsanın diğer varlıklardan ve bazı canlılardan farkı Yüce Allah’ın onu akıllı bir varlık olarak yaratmasıdır. Yüce Allah İnsana karar verme özgürlüğünü vermiştir. İnsan kendisine verilen bu özgürlük çerçevesinde ve sorumlu olduğu alanda kendi kaderini çizmektedir. Yüce Allah iyiyi ve kötüyü açık bir şekilde göstermiştir. İnsana da iyiye ve kötüye yönelme özgürlüğünü vermiştir. İşte buna insan iradesi denmektedir.
İnsan yaratılışı itibarıyla yalnız yaşayamaz. Yaşamını sürdürebilmesi için diğer insanlara yani topluma ihtiyacı vardır. Toplum içerisinde yaşamak insanın doğasında bulunan bir özelliktir. Toplumun huzurunun sağlanması ve insanların mutlu yaşayabilmeleri için Yüce Allah bazı yasalar da koymuştur. İnsanlardan canlarını, akıllarını, mallarını, dinlerini ve namuslarını korumalarını istemiştir. İnsanlara, toplumunun diğer bireylerinin haklarına saygı göstermelerini de emretmiştir. Yüce Allah, peygamberleri vasıtasıyla göndermiş olduğu ilahi mesajlarda iyiyi ve kötüyü açık bir şekilde göstermiştir. Yüce Allah insanlardan iradelerini iyi, doğru ve güzel olan şeylerde kullanmasını istemektedir.
İnsan vücudunda her an işleyen, akıl almaz karmaşıklıkta ve büyüklükte bir koordinasyon ağı vardır. Bundan amaç canlılığın devam ettirilmesidir. Şu an bu yazıyı okurken gözümüzü kullanmamız, elimizle bazı hareketler yapmamız, otururken arkamıza yaslanmanız, okuduğumuz şeyleri anlamamız, kalbimizin atması, kanın damarlarda dolaşması, nefes almamız, kokuları algılamamız, çevremizdeki sesleri duymamız ve milyarlarca hücrenin canlılığını sürdürmesi ilahi yasaya bağlıdır.
Maddenin en küçük parçası olan atomdan, içinde sayısız yıldızları barındıran galaksilere kadar evrendeki her şey, evrendeki düzenin korunması ve varlıklarını sürdürebilmeleri için yüce Allah’ın değişmez yasalarına bağlı kalmaları gerekir. Aynı şekilde, biz insanların da varlığımızı sürdürebilmemiz için yüce Allah’ın insanlık için koyduğu yasalara bağlı bir şekilde yaşamamız gerekmektedir. Allah’ın yasalarından en küçük bir sapma nasıl evrensel düzeni alt üst edebiliyorsa, evrenin bir parçası olan biz insanlarında yaratanımızın yasasından sapmamız bizim felaketimiz olur. Bunun için Allah’ın yasaları değişmez, o yasaları çiğnemek günah ve günahın karşılığı da ölümdür:
“… Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (33/AHZÂB-62)
“Günah işleyen, yasaya karşı gelmiş olur. Çünkü günah demek, yasaya karşı gelmek demektir” ve günahın ücreti ölüm’ dür… (1 Yuhanna 3:4; Romalılar 6:23).
Yüce Allah’ın insanlara hiçbir şekilde zulmetmediği, insanların kendi kendilerine zulmettikleri bir gerçektir. Yüce Allah’ın insanlara zulmetmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Allah’ın yaptığı kader unsuru olan hiçbir olay, bir insanın günah işlemesine sebebiyet veremez.
Eğer bir insan bir başkasına zulmetmişse, bir irade bir başka iradeye zarar vermiştir. Ve zulüm Allah’ın yasalarına aykırı olduğu için zulüm yapan kişi zulmettiği için günah işlemiştir. Zulüm olması için haksız bir davranışın var olması gerekir ki Yüce Allah’tan hiç kimseye haksız bir davranış ulaşması mümkün değildir. O Hak’tır, haksızlık yapması da hiçbir şekilde düşünülemez.
“Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (10/YÛNUS-44)
Bir insan bir başkasına zulmettiği zaman günah işlemiş olur. Yüce Allah’ın yapmayacaksın dediği bir şeyi yapmış böylece Allah’ın yasasını çiğnemiştir. Bu, kendisine de zulmettiği manasına gelir. İster Allah’a ait olan bir ibadeti yerine getirmesin, ister Allah’ın yasak ettiği bir fiili işlesin, ister bir başkasına zulmetsin, kendisine zulmetmiştir. Sonuç olarak Allah, kullarının hiçbirisine zulmetmez. Ama insanlar kendi kendilerine zulmederler.
“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (14/İBRÂHÎM-42)
“Onlar için cehennemden bir döşek ve üstlerinde de (yine ateşten) örtüler vardır. İşte zâlimleri böyle cezâlandırırız!” (7/A’RÂF-41)
Kötülükler, zulümler Allah’ın imtihanıysa zalimlerin gözleri neden dehşetle bakakalacak hesap gününde? Ayrıca Allah, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, kullarını tövbeye davet etmektedir. Eğer zalimin yaptığı zulüm mazluma imtihan oluyorsa, zalimleri tövbeye davet etmenin bir manası olur muydu? Allah hiçbir şekilde kimseden kötülük yapmasını istemez. Kimseyi de kötülüklerle imtihan etmez, sınamaz.
“13Bir sınavla karşılaşınca kimse “Tanrı beni sınıyor” demesin. Çünkü Tanrı kimseyi kötü şeylerle sınamaz, Kendisi de böyle şeylerle sınanamaz. 14Herkes kendi arzusu tarafından sürüklenip aldatılarak sınanır. 15Arzu gebe kaldığında günah doğurur; günah da sonunda ölüme yol açar.” (Yakup 1:13-15)
“Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, … .” (10/YÛNUS-44)
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (16/NAHL-90)
Allah her şeyden evvel adaleti emreder. Herkesin başkalarına en güzel davranışlarda bulunması, Allah’ın temel emridir. Yukardaki ayette Allah çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı yasaklar diyor. Hal böyleyken nasıl olur da kulun kula yaptığı kötülüğü, zulmü Allah’ın imtihanı olarak görebiliriz? Allah, kimseye kötülük ve haksızlık etmez, kimseyi de kötülük ve haksızlık yapmasını istemez. O mutlak anlamda âdildir ve merhametlidir. Kâinatın sağlam esaslara bağlı kalması, düzen ve denge içinde süresinin sonuna kadar varlığını koruması için şaşmayan yasalar koymuştur. Yüce Allah insanı da Hak yolunda yürüsün diye yaratmış ve onu çok şerefli bir düzeyde tutmuştur.
“De ki: «Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. … .»” (10/YÛNUS-108)
İnsan, Yüce Allah tarafından iyilik veya kötülük yollarından herhangi birine gitmesi için zorlanmamış, kendisine iki yol gösterilmiş ve istediği yola gitmek hususunda da serbest bırakılmıştır. Zaten her insan hareketlerinde serbest olduğunu çok iyi bilir. İyilik yapmak isteyen iyilik yapar; kötülük yapmak varsa akıllarda “Herkes kendi arzusu tarafından sürüklenip aldatılarak sınanır. Arzu gebe kaldığında günah doğurur; günah da sonunda ölüme yol açar.” (Yakup 1:14,15)
Yüce Allah zulmün ve haksızlığın her halini yasaklamıştır. İnsanlara kötü muamele yapmak, onların üzülmelerine sebebiyet vermek onlara zulmetmektir. “Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçisi vardır.” (40/MU’MİN-18)
Günaha Neden İzin Verildi?
Peki, her şeye gücü yeten Allah neden kötülüğe izin veriyor? Allah’ın acılara neden izin verdiğini öğrenmek için, en başa dönmemiz gerekir. Allah bize bilmemiz gereken her şeyi Peygamberler ve Kutsal Kitaplar aracılığıyla bildirmiştir. Tanrı tarafından yönlendirilen insanlar tarih boyunca bizi yüce Allah’ın sevgisini, adaletini ve rahmetini bildirmişlerdir.
“Tanrı sevgidir’: O’nun doğası da yasası da sevgidir. Hep böyle olmuştur ve böyle kalacaktır. Yaratılış gücünün her görünümü sonsuz sevginin bir ifadesidir. İyilik ve kötülük arasındaki büyük mücadelenin tarihi, göklerde ilk başladığı andan beri Tanrı’nın değişmeyen sevgisine sahne olmuştur.” {Ellen G. White, 1GS 9.1}
Tanrı her şeyi Ebedi Sözü aracılığıyla yarattığını okuyoruz Kur’an-ı Kerim be Kutsal Kitapta:
“O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.” (2/BAKARA-117)
“Evrenin Tanrı’nın sözüyle yaratıldığını, böylece görülenlerin görünmeyenlerden oluştuğunu iman sayesinde anlıyoruz.” (Ibraniler 11:3)
“O’nun işi, bir şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece “ol!” demektir, hemen oluverir.” (36/YÂSÎN-82)
“Gökler Rab’bin sözüyle, gök cisimleri ağzından çıkan solukla yaratıldı… Çünkü O söyleyince, her şey var oldu; O buyurunca, her şey belirdi” (Mezmur 33:6,9).
Yukarda aktardığımız ayetlerden anlaşılacağı gibi Yüce Allah Sözü aracılığıyla göksel varlıkların tümünü yaratmıştır.
“Tanrı bütün yaratıklarından sevgiye dayanan bir hizmet, yani kendisinin karakterine duyulan hayranlıktan kaynaklanan bir hizmet bekler. Tanrı insanlara kendi sözünü zorla dinletmekten zevk almaz, hepsine özgür irade vermiş ve gönüllü olarak hizmet etmelerini istemiştir.” {Ellen G. White, 1GS 9.4}
Tanrının bize bahşettiği seçme hakkı, yani özgür irade çok önemli bir olgudur. Yüce Allah’ın acı çekilmesine neden izin verdiğini anlamak için, O’nun bizi nasıl yarattığını bilmemiz gerekir. O, bizi sadece bir beden ve programlanmış bir beyinle yaratmadı. Bizi özel zihinsel ve duygusal niteliklerle yarattı. Zihinsel ve duygusal yapımızın temel kısmı özgür iradedir. Önce şunu düşünün: Ne yapacağınızı, ne söyleyeceğinizi, ne yiyeceğinizi, ne giyeceğinizi, ne tür iş yapacağınızı, nerede ve nasıl yaşayacağınızı seçmekte özgür olmayı takdir ediyor musunuz? Yoksa, yaşamınızın her anında, nasıl konuşup davranacağınıza bir başkasının karar verip sizi programlamasını mı isterdiniz?
Tanrı, bize özgür irade vergisiyle birlikte, düşünme, meseleleri tartma, kararlar verme ve iyiyi kötüden ayırt etme yeteneğini de verdi. Böylece, özgür irade zekâyı kullanarak seçim yapma temeline dayanacaktı. Bizler, kendi irade ve akılları olmayan robotlar gibi yaratılmadık. Ne de içgüdüleriyle hareket eden hayvanlar gibi yaratıldık. Tam tersine, şahane beynimiz, seçme özgürlüğümüzle uyumlu çalışmak üzere tasarlanmıştır.
“Yaratılan tüm varlıklar, sevgiye dayanan bu bağlılığı tanıdığı sürece, Tanrının evreninde yetkin bir uyum vardı. Göksel ahengi bozan tek bir uyumsuz nota bile yoktu.”{Ellen G. White, 1GS 9.5}
Peki, Tanrı’nın yarattığı her şey kusursuzsa, İblis Şeytan’ı kim yarattı? Basitçe ifade etmek gerekirse, Tanrı’nın güçlü meleklerinden biri kendini İblis haline getirdi. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Namuslu ve dürüst bir insanı düşünelim. Böyle biri sonradan hırsız olabilir. Bu nasıl olur? Eğer yüreğinde yanlış bir arzunun gelişmesine izin verip, üzerinde düşünmeye devam ederse, o yanlış arzu çok güçlenebilir. Sonra fırsat çıktığında, üzerinde düşündüğü yanlış arzuyu gerçekleştirebilir; “Herkes kendi arzularıyla sürüklenip aldanarak ayartılır. Sonra arzu gebe kalır ve günah doğurur. Günah olgunlaşınca da ölüm getirir.” (Yakup 1:14,15). İblis Şeytan’ın durumu da böyleydi. Yüreğinde yanlış bir arzu geliştirdi. Sonunda da, Tanrı hakkında yalanlar söyleyerek meleklerin büyük bir kısmını ve insanları aldattı. Bu şekilde, “İftiracı” (İblis) ve “Karşı Gelen” (Şeytan) oldu.
“Ancak günün birinde bu mutluluğa gölge düştü. Tanrı’nın, yaratıklarına tanıdığı özgürlüğü saptıran bir varlık vardı. Günah, Tanrı’nın, Mesih’ten sonra en çok onurlandırdığı ve gökte en yüksek konuma sahip olan bu varlıkla birlikte başlamıştır. ‘Seherin oğlu’ Lusifer (Yeşaya 14:12), kutsal ve lekesizdi. “Bilgeliğin, anlayışın sayesinde, kendine servet biriktirdin. Hazinelerine altın, gümüş yığdın. Meshedilmiş, koruyucu bir Keruv olarak seni oraya yerleştirdim. Tanrı’nın kutsal dağındaydın, yanan taşlar arasında dolaştın. Yaratıldığın günden sende kötülük bulunana dek yollarında kusursuzdun.”{Ellen G. White, 1GS 9.6}
“Lusifer yavaş yavaş kendisini yüceltme arzusuna teslim oldu. “Güzelliğinden ötürü gurura kapıldın, görkeminden ötürü bilgeliğini bozdun” (Hezekiel 28:12-15,17). “İçinden şöyle dedin: ‘Göklere çıkacağım, tahtımı Tanrı’nın yıldızlarından daha yükseğe koyacağım; kuzeyin en uç noktasında, ilahların toplandığı dağda oturacağım’” (Yeşaya 14:13,14). Lusifer, göksel varlıklar arasında onurlandırmasına rağmen, sadece Yaratıcıya ait olan saygınlığa göz koydu. Meleklerin başı, yalnız Mesih’e ait olan gücü elde etmeyi arzuladı.” {Ellen G. White,1GS 9.7}
Kutsal Kitabın birçok yerinde ve Ellen G. White yazılarında, İsa Mesih “Tanrının Oğlu” olarak anılır. Burada konumuza biraz ara verip İsa Mesih’in oğulluğuyla ilgili bir açıklama yapma zorunluğu görüyorum.
Kutsal Yazılardaki İsa Mesih’le ilgili Tanrı Oğlu ifadesi, fiziksel ve cinsel bir ilişkiyi kastetmiyor. İncil’e göre, İsa Mesih Ruhsal anlamda Tanrı’nın Oğludur. Kur’an-ı Kerimde İsa Mesih Tanrı’nın Kelimesi ve O’ndan bir Ruh olduğu açık bir şekilde belirtilmiştir (3/ÂLİ İMRÂN-45, 4/NİSÂ-171). Kutsal Kitapta “Söz, insan olup aramızda yaşadı” denilmektedir (Yuhanna 1:14). Böylece hem Kutsal Kitaptan hem de Kur’an-ı Kerimden İsa Mesih’in, Allah’ın Sözü ve O’ndan bir Ruh olduğu anlaşılmaktadır; “Tanrı’nın Oğlu” deyimi de İsa Mesih’in Allah’la olan ilişkisini ve birlikteliğini ifade etmek için kullanılır.
“Ama melek ona, “Korkma Meryem” dedi, “sen Tanrı’nın lütfuna eriştin. Bak, gebe kalıp bir oğul doğuracaksın, adını İsa koyacaksın. O büyük olacak, kendisine ‘en yüce Olan’ın Oğlu’ denecek. Rab Tanrı O’na atası Davud’un tahtını verecek. O da sonsuza dek Yakub’un soyu üzerinde egemenlik sürecek, ve egemenliğinin sonu gelmeyecektir. Meryem meleğe, ‘Bu nasıl olur, ben erkeğe varmadım ki? dedi. Melek ona şöyle cevap verdi: “Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, en yüce Olan’ın gücü senin üstüne gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek.” (Luka 1:30-35)
“(Ruh): “Ben, dedi, sadece Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim diye (geldim).” ‘Bana hiç bir insan eli değmemiş ve ben iffetsizlik etmemişken nasıl olur da bir oğlum olur,’ dedi. (Ruh): “Öyledir, dedi, Rabbin: ‘O bana kolaydır. Onu insanlara bir mu’cize ve bizden bir rahmet kılmak için (bunu yapacağız)’ dedi” ve iş olup bitti.” (19/MERYEM-19-21)
“Ve İmran kızı Meryem de… O, iffetini korudu, biz de ruhumuzdan ona üfledik. O Rabbinin kelimelerine ve kitaplarına inandı; itaat edenlerden oldu.” (66/TAHRÎM-12)
Yüce Allah Hz. Meryem’i iffet konusunda örnek veriyor. Allah “onun içine ruhumuzdan üfledik” buyuruyor. Böylece Allah’ın Ruhu aracılığıyla Allah’ın Sözü beden alıp dünyaya geldi. Hem Kutsal Kitaptan hem de Kur’an-ı Kerimden anlaşıldığı gibi İsa Mesih’in Oğulluğu kesinlikle fiziksel ya da cinsel bir ilişkiyi ifade etmiyor…
“Doğrusu Rabbimizin şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.” (72/CİNN-3)
“O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O’nun bir eşi olmadığı hâlde, nasıl bir çocuğu olabilir? Hâlbuki her şeyi O yarattı. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (6/EN’ÂM-101)
Yüce Allah’a (dişi) arkadaş ve çocuk nisbet eden bazı sözde-Hristiyan sapık öğretilerini şiddetle kınıyoruz. Kutsal Kitapla bağdaşmayan bu sapık öğretilere Kur’an-ı Kerim’de şiddetle karşı çıkmıştır. Bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra asıl konumuza dönelim.
“Artık gökteki uyum bozulmaya yüz tutmuştu. Diğer meleklerin bazıları da Lusifer’in saflarına katıldı. Tanrı’nın Oğlu, Yaratıcının iyiliğini, adaletini ve yasasının değişmezliğini temsil ediyordu. Lusifer ise bu yoldan ayrılarak hem Yaratıcının onuruna gölge düşürecek hem de kendi yıkımını hazırlayacaktı. Tanrı’nın sınırsız sevgi ve merhametle yaptığı uyarı, direnişle karşılandı. Lusifer, Mesih’e duyduğu kıskançlığın baskın çıkmasına izin vererek kararlılığını perçinledi.{Ellen G. White, 1GS 10.1}
Lusifer’in Tasarladığı Savaş
“Tanrı Oğlunun konumu baştan beri hiç değişmemişti. Ancak meleklerin çoğu Lusifer’in hilelerine kandı. Meleklerin zihinlerine kendi güvensizliğini ve hoşnutsuzluğunu öyle ustaca yerleştirdi ki, onun asıl amacını sezmeleri mümkün olmadı. Lusifer bölünme ve doyumsuzluk yaratmak için Tanrı’nın tasarısını sahte bir ışıkta temsil etti. Bir yandan kendisinin Tanrı’ya yetkin bir bağlılığı olduğunu gösterirken, diğer yandan tanrısal yönetimin süreğenliği için bazı değişimler gerektiğini öne sürüyordu. Bir yandan gizlice uyumsuzluk ve isyan tohumları atarken diğer yandan tek amacının Tanrı’ya sadakati pekiştirmek, uyumu ve barışı korumak olduğu havasını yaratıyordu.”{Ellen G. White 1GS 11.2}
“Tanrı, Lusifer’e uzun bir süre dayandı. Hoşnutsuzluk ruhu yeni bir unsurdu; tuhaf ve anlaşılmazdı. Lusifer kendisinin nereye sürüklendiğini görmüyordu. Tanrı, sevgi ve bilgelikle Lusifer’e yanılgısını göstermek istedi. İsyana doğru giden yolun sonunu görmesini sağladı.” {Ellen G. White, 1GS 11.4}
“Lusifer, Rab’bin bütün davranışlarında adil ve yaptığı bütün işlerde sevecen olduğunu biliyordu (Mezmur 145:17). Tanrı’nın buyrukları adildi ve bunları oldukları gibi kabul etmeliydi. Nitekim, böyle yapsaydı, hem kendisini hem de birçok meleği kurtarabilirdi. Tanrı’ya dönmek isteseydi ve Tanrı’nın yüce tasarısında kendisine ayrılmış olan yerle yetinmiş olsaydı, kendi konumunda kalacaktı. Son karar için zaman geldi; ya her şeye egemen olan Tanrıya boyun eğecek ya da açık bir isyana girişecekti. Tam geri dönme kararı vermek üzereyken gururu kendisine engel oldu. Bu denli onurlu bir varlığın yanılgıya düştüğünü kabullenmesi çok büyük bir özveri olacaktı.{Ellen G. White, 1GS 12.1}
Günümüzde insanlar arasında yaygın olan bu şeytani davranış kişilerin haksız oldukları, hata yaptıkları durumlarda bunu kabul etmeme eğilimi göstermeleridir. Bu davranışın temelinde hata yapmanın insanın değerini azaltacağı düşüncesi yatmaktadır.
“Lusifer Tanrı’nın sabrını kendi üstünlüğünün bir kanıtı, Evrenin Kralının sonunda razı olacağının bir belirtisi olarak gördü. Melekleri de kendi yanına çekebilirse, arzuladıkları her şeye kavuşabilirlerdi. Kendisini Yaratıcıya karşı dizginsiz bir mücadelenin içine attı. Seher yıldızı olan Lusifer, böylece Tanrı’nın ve kutsal varlıkların düşmanı olan Şeytan haline geldi.” {Ellen G. White, 1GS 12.2}
“Sadık melekleri hor görerek aldanmış köleler ilan etti. Mesih’in üstünlüğünü bir daha asla tanımayacaktı. Kendisine ait olduğunu sandığı saygınlığı elde etmeye kararlıydı. Kendi safına katılacak olanlara, herkesin özgür yaşayacağı yeni ve daha iyi bir yönetim vaat etti. Çok sayıda melek onu önder olarak kabul etti. Tanrı’yla eşit olmak için meleklerin tümünü kendi yanına çekmeyi ve bütün göksel varlıkları kendisine bağlamayı umuyordu.” {Ellen G. White, 1GS 12.3}
“Sadık melekler Lusifer’i ve yandaşlarını Tanrı’ya teslim olmaya çağırdılar, onları bekleyen kaçınılmaz sona işaret ettiler. Bütün meleklerden Lusifer’in aldatıcı hilelerine kulaklarını kapamalarını, Tanrı’nın bilgeliğini ve yetkisini sorgulama yanılgısından vazgeçmelerini istediler.” {Ellen G. White, 1GS 12.4}
“Birçok melek, Baba ve Oğul’a bağlılıklarını yenilemek isterken Lusifer artık çok geç olduğunu ve Tanrı’nın onları bağışlamayacağını söyledi. Kendisi de Mesih’in yetkisini bir daha asla tanımamaya kararlıydı. Artık tek seçenek özgürlüklerini kabul ettirmek ve kendilerine sağlanmamış olan hakları zorla almaktı.” {Ellen G. White, 1GS 12.5}
Şeytan Gökten Atılıyor
“Hoşnutsuzluk ruhu gelişip etkin isyana dönüşene kadar Tanrı Şeytan’ın işlevine izin verdi. Onun düzenlerinin tümüyle filizlenmesi ve gerçek doğasının herkes tarafından görülmesi gerekiyordu. Tanrı’nın yönetimi yalnızca göksel varlıkları değil, O’nun yarattığı her şeyi içeriyordu. Lusifer melekleri kendisiyle birlikte isyana sürükleyebilirse, her şeye egemen olabileceğini düşündü. Lusifer’in eylemleri o denli gizemliydi ki etkinliğinin gerçek doğasını açığa vurmak zordu. Sadık melekler bile Lusifer’in nereye gittiğini görmekte güçlük çekiyorlardı. Yalın ve sade olan her şeyi gizemli bir örtüyle kapatıyor, Tanrı’nın açık seçik buyruklarını ustalıkla çarpıtıyordu. Sahip olduğu üstün konum nedeniyle etkinliği daha çok kabul görüyordu.” {Ellen G. White, 1GS 12.6}
İlk İnsanlar ve Aden Bahçesi
“İlk ana babamız, masum ve kutsal olarak yaratılmalarına rağmen yanlış yapma olanağından yoksun değildiler. Tanrı onlara özgür seçim hakkı tanımış, söz dinleyip dinlememe seçeneğini kendilerine bırakmıştı. Sonsuza dek güvenilir olmadan önce bağlılıkları sınanmalıydı. İnsan yaratıldığı zaman Şeytan’ın düşmesine yol açan ölümcül tutkunun denetlenebileceği bir sınav hazırlandı. Âdem ve Havva’nın söz dinlerliğini, imanını ve sevgisini sınamak amacıyla bahçeye bilgi ağacı yerleştirildi. Bu ağacın meyvesini tatmaları yasaklandı. Şeytanın ayartılarına maruz kalacaklardı. Ama sınavdan geçerlerse Şeytan’ın gücü kendilerine erişemeyecekti. Böylece Tanrı’nın süreğen beğenisini kazanacaklardı.” {Ellen G. White, 1GS 17.6}
“Tanrı insanı yasaya, yani tanrısal yönetim biçimine bağladı. Tanrı insanı günah işlememe gücüyle yaratabilir ya da Âdem’in meyveye dokunmasını engelleyebilirdi; ama o zaman insan robot olmaktan öteye geçemezdi. Özgür seçim olmadan zor kullanarak söz dinlerdi. Ne var ki böyle bir yaratılış Tanrı’nın zeka sahibi bir varlık yaratma tasarısına ters düşer ve Şeytan’ın, Tanrı’nın keyfi yönetimine ilişkin suçlamalarına kılıf oluştururdu.” {Ellen g. White, 1GS 18.1}
“Tanrı’nın yarattığı ilk insanın kötülük eğilimi yoktu. Ancak Tanrı insanın önüne oldukça güçlü bir seçim fırsatı koydu. İnsanın söz dinlemesi, sonsuz mutluluğunun ve yaşam ağacına erişiminin tek koşuluydu.” {Ellen G. White,1GS 18.2}
“Âdem ve Havva tanrısal yasaya bağlı kaldıkları sürece yeni bilgi hâzineleri ediniyor, mutluluğun taze kaynaklarını keşfediyor, Tanrı’nın ölçüsüz ve sarsılmaz sevgisine ilişkin daha açık kavramlar öğreniyorlardı.” {Ellen G. White, 1GS 19.1}
Âdem ve Havva’nın Düştüğü Zor Durum
“Artık gökte isyan çıkarma özgürlüğü kalmayan Şeytan, insanlığın yıkımını sağlayacak yeni bir alan bulmuştu. Kıskançlıkla harekete geçerek insanlığa günahın suçunu ve cezasını çektirmeye karar verdi. İnsanlığın Rab’be olan sevgisini güvensizliğe, övgü ezgilerini şikayete çevirecekti. Böylece, yalnızca bu masum varlıkları sefalete düşürmekle kalmayıp Tanrı’nın onuruna leke sürecek ve göğü kedere boğacaktı.” {Ellen G. White, 1GS 20.1}
“Göksel haberciler, Şeytan’ın nasıl düştüğünü Âdem ve Havva’ya aktarmışlar, O’nun yıkım tasarılarına dikkat çekmişler, kötülükler hakiminin alt etmeye çalıştığı tanrısal yönetimin özünü onlara bildirmişlerdi.” {Ellen G. White, 1GS 20.2}
“«Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? «Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur» demedim mi?” (36/YÂSÎN-60,61)
“Tanrı’nın yasası; O’nun isteğinin açıklaması, karakterinin yansıması, tanrısal sevginin ve bilgeliğin ifadesidir. Yaratılıştaki düzen, Yaratıcının yasasına yetkin bir şekilde uyum sağlar. Evrendeki her şey değişmeyen, sabit yasalarla belirlenmiştir. Tanrı’nın ahlaksal yasası ise bütün yeryüzü sakinleri içinde yalnızca insana özgüdür. Tanrı insana kendi yasasının adaletini ve iyiliğini kavrama gücü vermiş, bu yasaya hiç şaşmadan bağlı kalmasını istemiştir.” {Ellen G. White, 1GS 20.3}
“Tıpkı gökteki melekler gibi Aden bahçesinin sakinleri de orada yalnızca koşullu olarak kalabilirlerdi. Ya söz dinleyip yaşayacaklar ya da söz dinlemeyip mahvolacaklardı. Günah işleyen melekleri esirgemeyen Tanrı, günah işleyen insanı da esirgemeyecekti. Günah insana sefalet ve yıkım getirecekti.” {Ellen G. White, 1GS 20.4}
“Melekler Âdem ve Havva’yı, Şeytan’ın düzenlerine karşı dikkatli olmaları için uyarmışlardı. Şeytan’ın ilk girişimlerini geri püskürtürlerse, güvende olacaklardı. Ancak ayartıya teslim olurlarsa, doğaları zayıf düşecek ve Şeytan’a direnecek hiçbir güçleri kalmayacaktı.” {Ellen G. White, 1GS 20.5}
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” (7/A’RÂF-19)
“Bilgi ağacı insanın Tanrıya bağlılığını ve sevgisini sınamak için dikilmişti. Tanrı’nın isteğini bu sınavda göz ardı ederlerse, suç işlemiş olacaklardı. Bu nedenle Şeytan onları sürekli ayartılarla günaha düşürmeye çalışmak yerine yasak ağaca yaklaşmalarını sağladı.” {Ellen G. White, 1GS 20.6}
Şeytan’ın Sinsiliği
“Şeytan, kutsal İkiliyi, Tanrı’nın yasasını çiğneyerek kazanç sağlayacaklarına inandırdı. Günümüzde birçok kişi, daha büyük bir özgürlük yaşamak varken Tanrı’nın buyruklarına uyarak yaşamanın dar bir çerçeve içine tıkılmak olduğunu düşünüyor. Bu düşünce Aden bahçesindeki Şeytan’ın sesinin yankısıdır. “O ağacın meyvesini yediğinizde…” yani Tanrı’nın buyruğunu çiğnediğinizde “Tanrı gibi olacaksınız.” Şeytan kendisinin gökyüzünden atılmış olduğunu gizliyor. Başkalarını da aynı duruma düşürmek için kendi sefaletini saklıyor. Böylece gerçek karakterinin görülmesine ve tanınmasına izin vermiyor. Tanrı’nın yasasını ayakları altına alarak başkalarını da sonsuz yıkıma sürüklüyor.” {Ellen G. White, 1GS 22.1}
Şeytan’ın etkinliği Âdem’in günlerinden çağımıza kadar hiç değişmemiştir. İnsanları hep Tanrı’nın sevgisini ve bilgeliğini sorgulamaya yöneltmiştir. Tanrı’nın yasakladığı şeyleri aramaya çıkan insanlar, kurtuluşa götüren gerçekleri göz ardı etmişlerdir. Şeytan insanları, harika bilgilere kavuşacaklarına dair ikna ederek söz dinlemezliğe sürükler. Bunların hepsi aldatmacadır. İnsanlar bu hileler aracılığıyla yıkım ve ölüm yolunda ilerlemeye devam ediyorlar.
“Havva Tanrı’nın sözlerine inanmadı ve bu onun yenilgisi oldu. Yargı gününde insanlar bir yalana inandıkları için değil, gerçeğe inanmadıkları için mahkûm olacaklar. Yüreklerimizi gerçeğe bağlamalıyız. Tanrı’nın Sözüyle çelişen herhangi bir şey Şeytan’dan kaynaklanmaktadır.” {Ellen G. White, 1GS 22.2}
Evet, insanlar gerçeğe inanmadıkları için mahkûm olacaklar. Gerçeğe inanmak, o gerçeklerle yaşamak demektir. Çünkü Allah’ın gerçeklerini bilen ama o gerçekleri yaşama geçirmeyenler kâfirdir. Kâfir kelimesi Arapça bir kelime olup kök anlamı itibariyle; örtmek, gizlemek anlamına gelir. Buradan hareketle Kâfir; Allah’ı inkâr eden değil, tam tersine “Allah vardır” deyip yokmuş gibi yaşayanları anlatır.
Kelimenin kök anlamını göz önüne alacak olursak, “var” dediği Allah’ı görmezlikten gelerek, O’nun emirlerini yerine getirmeyen ya da yok sayarak yaşayan kimse anlamına gelir. Nitekim bütün kötülüklerin babası olan Şeytan’da, yüce Allah’ın varlığını kabul eden ama O’nun emirlerini karşı gelen ve böylece “Şeytan” olan varlıktır. Bugün yeryüzüne baktığımızda -bir kaç ateistin dışında- tüm insanların bir yaratıcının varlığını kabul ettiğini görürüz. Kur’an-ı Kerimin hiçbir yerinde Allah’ın varlığı-yokluğu problem edilmez. Problem edilen şey, Allah’ı görmezlikten gelerek, yani O’na karşı bir sorumluluk duygusu taşımadan ve O’nun yasalarına aldırmadan yaşamaktır. Dolayısıyla “Kâfir” denildiğinde Allah’ın varlığını kabul eden ama sanki O’nun üzerimizde hiç iyiliği yokmuş gibi O’nun emir ve yasaklarını yok sayarak yaşayan kimse anlaşılmaktadır. Kur’an da Kâfir kelimesiyle kastedilen budur.
“Şeytan amacına ulaşmıştı. Kadının Tanrı’nın sevgisinden kuşkulanmasını, bilgeliğini sorgulamasını ve yasasını çiğnemesini sağlamayı başarmıştı. Üstelik kadın aracılığıyla Âdem’in de sonunu getirmişti.” {Ellen G. White, 1GS 23.4}
Âdem ile Havva güzel yuvalarına üzüntüyle veda ettiler ve lanetin altına giren yeryüzünde yaşamaya başladılar. Günah Tanrıyla insanı birbirinden ayırdı. Yalnızca Tanrı’nın Sözü aracılığıyla bu uçurum kapanabilir ve Tanrı’nın Sözü insana ulaşmıştı.
“Ne var ki, birçokları tövbe edip söz dinleyerek yaşamak yerine günaha bağlı kalmayı seçecekti. Gelecek kuşaklarda suç oranının giderek yükseldiği görülecekti. Günahın laneti insanlık ve yeryüzü üzerinde giderek daha ağır basacaktı. İnsanın ömrü izlediği günahlı yol nedeniyle kısalacaktı. İnsan bedensel, ahlaksal ve düşünsel yönlerden bozulacak, yeryüzü sefaletle dolacaktı. Hırslı tutkular ve arzular nedeniyle insanlar kurtuluş tasarısının yüce gerçeklerini takdir edemez hala geleceklerdi. Sadece Mesih, kendisine imanla yaklaşanların tüm gereksinimlerini karşılayacaktı. Tanrı bilgisini koruyarak sarsılmadan duran bir azınlık her zaman var olacaktı.” {Ellen G. White, 1GS 29.5}
“Başlangıçtan beri en büyük anlaşmazlık konusu Tanrı’nın buyruğuydu. Şeytan Tanrı’nın adaletsiz, buyruğunun da kusurlu olduğunu öne sürüyordu. Tüm evrenin iyiliği için bunun değişmesi gerekliydi. Tanrı’nın buyruğuna saldıran Şeytan, buyruğu veren Tanrı’nın yetkisini ortadan kaldırmak istedi.” {Ellen G. White, 1GS 30.2}
Günah, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olan işler, söz ve davranışlardır. “Günah işleyen, yasaya karşı gelmiş olur. Çünkü günah demek, yasaya karşı gelmek demektir.” (1 Yuhanna 3:4). Günümüzde “Allah’a inanmak” denildiği zaman genellikle Allah’ın “var” ve “bir” olduğunu ve her şeyi yarattığını kabul etmek manasında anlaşılıyor. Oysa var ve bir olduğunu kabul ettiğiniz yüce Allah’ın kanunlarını çiğneyip keyfî bir yaşam sürdükten sonra Allah’ı bu şekilde kabul etmiş olmanın bir anlamı yoktur.
Yüce Allah insanları kendisine çağırırken Kendisinin “var” ve “bir” olduğunu kabul etmeye ve O’nun yasalarına boyun eğmeye ve O’na karşı gelmekten sakınmaya çağırıyor. “Ey insanlar! Sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize boyun eğin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınmış olasınız” (2/BAKARA-21). Eğer Allah’ın kanunları bizim yaşamımızı şekillendirmeyecekse, Onun “var” ve “bir” olduğunu söylemenin ne anlamı olacak? Allah’ın gönderdiği bilgiler bir kimsenin hayatında davranışa dönüşmüyorsa o kimse Allah’ı Rab olarak görmüyor ve O’nun terbiyesi dışında yaşıyor demektir.
Kur’an’da gazaba uğrayanlar ve lanetliler bağlamında anlatılan İsrailoğulları da normalde Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden, ahirete, peygamberlere, Allah’ın kitabına inandığını söyleyen kimselerdir. Ancak bunlar Allah’ın hükümlerine boyun eğme noktasında dürüst davranmadıkları için lanete ve gazaba uğramışlardır. Ellerinde, içinde Allah’ın hükümleri olan Kutsal Kitabın ilk bölümü olan Eski Antlaşma olduğu halde, ondan sonra gelen İsa Mesih’i reddederek Allah’ın emirlerine karşı gelmiş ve O’nun gazabına uğramışlardır. Allah bizleri gönderdiği kurallarla terbiye etmek istiyor. Bunun için kurallarına boyun eğmemizi emrediyor. Allah’ın yasaları sevilmek için değil, uyulmak içindir.
Şeytan Âdem ve Havva’yı Tanrı’nın sevgisinden kuşkulanmasını, bilgeliğini sorgulamasını ve yasasını çiğnemesini sağlamayı başarmıştı. İlk insanlar Allah’ın yasasını çiğneyip Şeytan’ın sözüne uymuşlardı.
“Şeytan, Âdem ve Havva’yı alt ettiği zaman dünyanın hakimiyetini ele geçirdiğini sandı. Bağışlanmalarının mümkün olmadığını, günahlı insanlığın artık kendisinin kölesi olduğunu, yeryüzünün de kendi eline geçtiğini öne sürdü. Ancak Tanrı, günahların cezasını çekmek üzere kendi Oğlunu feda etti. Böylece insanlıkla barışmayı ve onları Aden’deki yuvalarına yeniden kavuşturmayı amaçlıyordu. Gökte başlayan büyük mücadele, Şeytan’ın kendisine ait gördüğü yeryüzünde devam edecekti.” {Ellen G. White, 1GS 30.3}
Gökte başlayan büyük mücadele, Şeytan’ın kendisine ait gördüğü yeryüzünde devam etmektedir. En baştan olduğu gibi tüm kötülüklerin arkasında Şeytan vardır. İnsanlar yüce yaratanımızın sevgiye dayalı yasalarına bağlı kalmayıp Şeytanın yalanlarına ve kışkırtmalarına uyarak günah işlemektedirler. Tarih boyunca küçük bir azınlık Yüce Allah’ın yolunu seçerek doğru yolda yürümüşlerdir. Büyük çoğunluk ise kötülüğün babası olan Şeytanın yalanlarına uyup kendi yıkımlarını hazırlarlar.
Yüce Allah hiç kimseye günah işletmez. İnsan, yüce Allah’ın gösterdiği yoldan saparak Şeytana uyup kendi isteği ile günah işlemektedir. Yüce Allah, her insanın Cennete veya Cehenneme gideceğini ezelden biliyordu. Ezeldeki takdir, bir emir değil, bir ilimdir. Yüce Allah, ezeli bilgisiyle, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilir. Bilmesi ise, insanların sevap veya günah işlemesine tesir etmez. Allah’ın da ezeli bilgi ile kulların günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevap da, günah da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir. Zaten öyle olmasaydı, sevap işleyene mükâfat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu.
Sevap ve günah işlemek, insanların iradesine yani kendi isteğine bağlı kılınmıştır. Yüce Allah, kimseye kendi isteği haricinde zorla günah işletmez. Zorla günah işletse, hesap gününde, “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç?
Tanrı Neden Şeytan’ı Yok Etmedi?
“Tanrı yalnızca kendi gerçeğine ve doğruluğuna uygun düşen şeyler yapabilirdi. Şeytan ise Tanrı’nın başvuramadığı yöntemlere yağcılığa ve hileye başvurmuştu. Bu yüzden hem göksel varlıklar hem de bütün âlem Tanrı’nın yönetiminin adil ve yasasının yetkin olduğunu görmeliydi. Şeytan kendisini evrenin iyiliğini düşünen bir varlık olarak göstermişti. Ancak onun gerçek karakteri herkes tarafından anlaşılmalıydı. Şeytan kendisini kötü etkinlikleriyle belli edecek zamana sahip olmalıydı.” {Ellen G. White, 1GS 13.1}
Kur’an-ı Kerimden okuyoruz.
“Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.” (7/A’RÂF-14,15) ( Hicr, 15/37; Sad, 38/80)
“Şeytan bütün kötülüğün tanrısal yönetimin sonucu olduğunu ilan ediyordu. Amacı, sözde Tanrı’nın buyruklarını geliştirmekti. Bu yüzden Tanrı onun iddialarının gerçek doğasını göstermesine fırsat tanıdı. Böylece Şeytan’ın etkinliği kendi kendisini mahkûm edecekti. Bütün evren aldatıcının maskesinin altında yatan yüzü görmeliydi.” {Ellen G. White, 1GS 13.2}
“Şeytan gökten atıldığı zaman Tanrı sonsuz bilgeliğine dayanarak onu yok etmedi. Tanrı, yaratıklarının kendisine adaletinden ve iyiliğinden ötürü bağlı olmalarını istiyordu. Tanrı Şeytan’ın varlığına hemen son verseydi, insanlar Tanrıya sevgiden çok korkuyla bağlı olacaklardı. Aldatıcının etkisi hemen ortadan kalkmayacak, isyan ruhu tümüyle silinip atılmayacaktı. Tüm evrenin çağlar boyunca sürecek iyiliği için Şeytanın ilkelerinin sonuçları görülmeli, Tanrının yönetimine ve adaletine karşı getirdiği suçlamalar gerçek ışıkta anlaşılmalı, böylece Tanrı’nın yasasının değişmezliği sonsuza dek sergilenmeliydi.” {Ellen G. White, 1GS 13.3}
“Şeytan’ın isyanı gelecekteki tüm çağlar için evrene bir ders olmalı, günahın ve onun korkunç sonuçlarının meyvesine tanıklık etmeliydi. Böylece bu isyan, bütün kutsal varlıkların ileride yanlış seçim yapmalarını engelleyecek ve sonsuza dek ibret olacaktı.” {Ellen G. White, 1GS 14.1}
Özgür irade Allah’ın bazı yaratıklarına verdiği, seçme yeteneği ve özelliğidir. İrade, insanın eylemini ve düşüncesini, bilinçli ve amaçlı bir şekilde, belirli hedeflere ulaşma doğrultusunda yönlendirme yeteneğidir. İnsanı sorumlu kılan da budur. Eğer Allah insana irade özgürlüğü vermemiş olsaydı kullarını yaptıklarından sorumlu kılmazdı. Özgür iradeyi Tanrı yaratmıştır; iradenin kötüye kullanılması ise Tanrı’nın yaratmadığı, fakat bildiği bir durumdur. Bir durumu bilmek o durumu kontrol etmek anlamına gelmez. Her insan bir şeyin yapılıp yapılmaması veya yapılacaklar arasında birini seçme özgürlüğüne sahiptir. Yüce Allah, irademizi yani, bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücümüzü, istek ve dileklerimizi kontrol ediyor olsaydı şüphesiz yaptıklarımızdan bizi sorumlu tutmazdı. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde şöyle demektedir:
“De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. …” (18/KEHF-29)
Yüce Allah açıkça “Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” diyor. Yani, dilersen, istersen Hak yolunda yürürsün; bu tamamen senin iradene kalmış bir durumdur. Kötülük yapanlara, yani zulüm edenlere gelince, yüce Allah o zalimlerden zulümlerinin hesabını soracaktır; “Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki,”. Şeytanın kötü iradesi Tanrı’dan değil kendisindendir. Aynı şekilde biz insanların günahları da iradenin kötüye kullanılmasından kaynaklanmıştır. Her türü kötülük özgür iradeye sahip insanın, Allah’ın değişmez ve yaşam için vazgeçilmez yasalarına itaatsizlik etmesi sonucudur.
Her birey kendi içindeki kötülük tohumlarını yok etmeyi arzuladığı anda yüce Allah sonsuz merhametiyle o kişiye doğru yolu gösterecek ve sağlam adımlarla o yolda ilerlemesine yardım edecektir.
One comment
Pingback: Kutsal Kitapları Anlayarak Okumak | Harika Haber